Makaleler

Bush, Obama ve Bin Ladin sonrası dönem

11 Eylül 2001 tarihinde New Jersey’de bir iş toplantısındaydım. Sabah çok erken varmıştım. Çok yakın bir arkadaşım kendi şirketi için Dünya Ticaret Merkezi’nin en üst katında yer alan Dünya lokantasında bir gün önce masa ayırtamadığından bahsediyordu. O korkunç olaydan bir önceki gün akşama kadar uğraşmıştı. Sonra, haberler geldikçe yüzündeki hayal kırıklığı şaşkınlığa dönüştü.

O gün eve dönerken Hudson Nehri’nin ötesinden gelen dumanı görebiliyorduk, bizi kahrediyordu. Sanki biz New Yorkluların kalplerine bir hançer saplandı ve tüm Amerikalıları etkiledi.

Yarattığı etki sıra dışı, kahredici ve sadece Amerikan ekonomisi ve dünya siyasetine değil, Amerikan ruhuna değen bir etkiydi. 11 Eylül’den sonra ülkeyi bir milliyetçilik sardı. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. Etkisi 7 Aralık 1941’de Japonların Pearl Harbor’ı bombalamasına benziyordu. Benim babamın neslinin dönüm noktası olan bu olay İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmıştı ki Polonya’nın işgali, Londra’nın bombalanması ve Atlantik’te gemilerin batırılması bile bu konuda yetersiz kalmıştı. Benzer bir şekilde 11 Eylül’ün ardından Amerikalıların arasındaki siyasi farklar geçici olarak unutuldu ve ülke bir araya geldi. Arabalar, köprüler ve benim evim dâhil her yerde Amerikan bayrakları dalgalandı. Ulusun savunması için saldırıları geri püskürtme ihtiyacı inanılmaz bir boyuttaydı.

11 Eylül’den Irak Savaşı’na

Fakat bu kavganın en öne çıkan özelliği, düşmanın kim olduğunun kolaylıkla tespit edilememesiydi. Öyle ki Üsame bin Ladin’in kendisi bile neredeyse on yıl boyunca ABD istihbarat kaynaklarından kaçabildi. Amerikan kamuoyunun iki sene sonra Irak’ın işgaline verdiği talihsiz destek -Irak’ın terörizmi desteklemekle ilgisi olduğuna dair hatta Amerika’ya bir tehdit oluşturup oluşturmadığına dair çok az kanıt varken- Amerika’nın sıkıntılarının, acıyı azaltmak için bir hedefe ihtiyaç duyduğunun göstergesiydi aslında. Amerika’da orduya asker alımlarıyla uğraşanlar genç insanları ABD ordusuna zorunlu askerlik olmadan kolaylıkla çağırabildiler zira birçoğu “teröre karşı savaşa”, haklı bir savaşa gittiklerini düşünüyorlardı. Beş binin üstünde genç hiç geri dönmedi.

Bush yönetiminin Amerikan kamuoyundan Irak’ın işgaline destek almak için yürüttüğü kampanyayı onaylamadan seyrettim. 11 Eylül sonrası ortamında bu destek kolaylıkla alındı. Sözde Irak tehdidinin doğru bir değerlendirmesi bu rüzgârda dağılıp gidiyordu sanki. CIA’in itirazları bastırıldı. Pentagon’da bu işe karşı çıkanlar ise ya göz ardı edildiler ya da kovuldular. Eski büyükelçi Joe Wilson’ın Irak’ın nükleer materyal satın almasıyla kanıtlanmış olan sözde nükleer tehditle ilgili yaptığı araştırmasına büyük itirazlar oldu ve CIA ajanı eşi Valerie Plame, başkan yardımcısının ofisindeki kaynaklar tarafından deşifre edildi. Irak’ın işgaline muhalif olan az sayıda kişiden biri ve seçilmiş bir devlet görevlisi ise Illinois Senatörü Barack Obama idi. Fakat o dönemde ona pek fazla ilgi gösterilmedi. Gazeteciler işgale karşı çıkacak motivasyon ve yürekten yoksundular, gerisi de malum zaten.

Bush 2004 seçimlerinde yeniden seçilmek için yine güvenlik kozunu oynadı, Demokratları terörizme karşı zayıf göstermeye çalıştı. On yıl sonra Amerika aldatıcı bir biçimde hızlı başlayan ve Taliban’ı saf dışı bırakan bir operasyondan sonra hâlâ Afganistan’da. Amerika ayrıca Amerikan kamuoyunun gittikçe artan ilgisizliğine ve aslında çoğunun sadece en uygun şekilde oradan çıkmak istemesine rağmen hâlâ Irak’tan çıkmış değil.

Şimdi durum tersine döndü. Demokratlar Bin Ladin’i saf dışı etme başarısını üstlenebilirler, Cumhuriyetçiler ise ancak baş başa kaldıklarında açığa vurabilecekleri bir büyük hayal kırıklığı yaşıyorlar. Eğer ekonomi düzelmeye devam ederse Cumhuriyetçilerin tekrar Beyaz Saray’ı almak için nasıl konular bulacaklarını merak ediyor insan.

2 Mayıs günü Üsame bin Ladin’in öldürüldüğü haberini öğrenince önce Washington ve New York’ta sabahın erken saatlerinde kendiliğinden toplanmış olan kalabalıklara şaşırdım. Sanırım on sene önce olanların gerçek etkisini unutmuştum. Şimdi ise kendiliğinden gelişen olayların önemini görüyorum: Gerçek, açık, dürüst ve hemen gelen duyguların ve tutkuların tepkisi. Sonuçta Tunus’ta ve sonra Mısır’daki olayları ateşleyen ve yıllarca süren baskı sonrasında birkaç hafta içinde hükümetleri deviren de bu kendiliğinden gelişen olaylardı. El Kaide de dâhil, gerilla hareketlerinin, siyasi grupların ve örgütlerin yıllar içinde yapamadığını bu ülkelerde yapabilen de aynı şekilde kendiliğinden hareketlerdi. Kendiliğinden gelişen halk protestolarının anlamını hiçbir zaman azımsamamalı, aksine tamamen kavramaya çalışmalı. Ayrıca milliyetçi coşkunun etkisini de değersiz görmemeliyiz.

Bu da bizi Bin Ladin’in ölümünün, on yıldır terörizm tehditleriyle kaygılanan kuşatma zihniyetini sona erdirip erdirmeyeceği sorusuna getiriyor. Cevap bir kere daha Bin Ladin sonrası dönemde milliyetçiliğin gücünü idare etme becerisine dayanacak. Sonuç henüz belli değil. Fakat Başkan Obama, Bush yönetiminin yaptığı gibi bu durumu idare edemeyeceğine, hatta suistimal edeceğine dair bir işaret vermiyor. Kendisinin NATO’nun yönettiği Libya operasyonunun baş katılımcısı olma konusunda gösterdiği tereddüt bunun bir örneği. ABD’nin Afganistan ve Irak’taki hiç bitmeyen varlığı bu görüşü destekliyor oldu. Obama’nın Irak Savaşı’yla ilgili sıra dışı ve orijinal muhalefeti gelecekteki başarılı liderliğiyle ilgili iyimser olmamız için bir sebep daha sağlıyor.

Doğru ve yanlış

Pazartesi sabahı Katar, İngiltere, Fransa, İtalya ve Türkiye’den televizyon yayınlarından görüldüğü üzere Üsame bin Ladin’in öldürülmesi doğal olarak başka her yerden çok Amerika’da coşkuyla kutlandı. CNN’in ABD’deki yorumcuları da bu kutlamalar içinde en çok bu olayı ana haber olarak verdiler. Sanki uyuyan bir dev on senelik bir uykudan bir kutlamaya uyanmış gibiydi: Bin Ladin videolarıyla, tehditleri ve duyurularıyla, renklere göre düzenlenen terörizm uyarıları ve din ve milliyetine bakılmaksızın masum insanların öldürülmesiyle geçen bir on yıl.

Amerika, İngilizlerden püriten ahlakın çok özel bir halini miras aldı: Zorunlu olarak dinle bir ilişkisi olmayan bir doğru ve yanlış anlayışı. Bin Ladin’den öç almak çok korkunç bir yanlışı doğruya çevirmekte. Kendisi İslami değerlere uyarak 24 saat içinde gömmek de, belli ki, doğru ve yanlış ahlakına bir saygıdan kaynaklanıyordu. Teröre karşı savaşın dinle bir ilgisi olmadığına dair hem Bush’un hem de Obama’nın verdiği bir mesajdı bu.

Ulusu bu kadar radikal bir şekilde motive eden böyle bir olay aynı zamanda çok güçlü bir noktadan destek alıyordur, belki de yeryüzündeki en büyük güç budur. Böyle bir güç bazısı iyi bazısı kötü olmak üzere insan ırkı üzerinde tasavvur etmesi zor izler bırakacaktır. Biz insanlar olarak farklılıklarımızın bilincinde olmayız ve siyasetin bize kötü olandan uzak durma ve iyiyi destekleme konusunda karışmasına izin vermemeliyiz. Masum insanları öldürmek, geçmiş adaletsizlikleri göz ardı etmek, göstericiler üzerine ateş açmak bütün bunlar evrensel olarak tüm ülkeler tarafından siyasete bakılmaksızın kötü olarak tarif edilmeli. Aksi halde çok fazla şeyi tehlikeye atmış oluruz.

Rıchard Peres

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu