Kariyer ve İşMakaleler

Yönetimde evrimleşmenin adı: Yönetişim!

Modern yönetim anlayışını esas alan, ticari kurumlara özgü bir yönetim biçimi yönetişim. Saydamlık ve hesap verilebilirlik ilk kural…

ÖNCE yönetim ile yönetişim arasındaki farka değinelim: Klasik yönetim anlayışının klişeleşmiş unsurlarını burada tekrarlamaya gerek yok. Yönetimin ne olduğunu az çok herkes bilir. Özellikle de kurumsal bir çatının altında çalışanlar.

1990’larda ortaya çıkan ‘yönetişim’ sözcüğü şirket ve kurumsal yönetimde evrimleşmeyi ifade ediyor. İngilizce sosyal bilim literatüründe ‘government’ tanımı politik anlamda hükümet etmeyi ya da bir kurumda yönetim erkini ortaya koyuyor. Bu sistemde ‘yönetenler’ ile ‘yönetilenler’ iki ayrı öbek.

Yönetişim ise İngilizce ‘governance’ sözcüğüyle karşılanıyor. Merkezkaç yönetim anlayışını esas alan, ticari kurumlara özgülenen bir yönetim biçimi bu… Uzantısı ise ‘corporate governance’ yani kurumsal yönetişim. Sözcük aile şirketlerini de içine alıyor. Hiyerarşiden öte katılımcılık esas…

Saydamlık ve hesap verilebilirlik ilk kural… Kültürel değerlere saygı duymak, her çalışanı bir değer olarak kabul etmek ikinci kural. Cinsiyet ayrımı yapmamak ise en önemli üçüncü kural…

Kuralların içine yöneten ile yönetilen arasındaki farkın olmayışını; işyerinde birey onurunu öne alarak çalışmayı; sadece bilgi eksenli yönetim anlayışını yüceltmeyi ve evrimleşmiş iyi ahlakı kutsamayı da katabiliriz. Amaç, aynı çatı altında çağdaş koşullara odaklanmak; ast üst ilişkilerini verimliliğe ve sürdürülebilirliğe yönlendirmek…

Gelişimin tarihsel başlangıç sayılabilecek bir izdüşümü de var: Amerika’nın ünlü başkanlarından Franklin D. Roosevelt’in eşi Eleanor Roosevelt şöyle demiş zamanında: “Başkalarının değerlerini önyargısız inceleyin. İnsanın doğru sayılan işleri sadece kendi toplumunun oluşturması mümkün değildir. Toplumlarm buna ne gücü yeter ne de ömrü!” (Eleanor Roosevelt ‘insan Hakları Bildirisi’ne ilk imzayı atan, insan hakları savunucularmdandır)

Yine Amerikalı Steven Covey benzer şeyler söylemiş yakın zamanlarda: “Yönetimde her şeyi biliriz demek iktisadi yaşamda yolun sonuna işaret eder. Birçok ulusun deneyiminden yararlanmak; konusunda uzmanlaşmış insanların birikimini değerlendirmek olgunlukla taçlanmış yaratıcılığın göstergesidir. Yönetişim budur! Önemli olan iyi olanı almak, kötü olanı terk etmektir.”

ORTAK AKILLA YÖNETMEK…

Hemen şu soruyu sormak şart oluyor; dünyaya nam salmış ‘yönetişim’ ve pazarlama guruları’ niçin Amerika’dan daha çok çıkıyor? Onlar konuşur, onlar anlatır, onlar örnek alınır ve söyledikleri her söz birer mucizedir. Acaba neden?

Herhalde yanıtın şöyle olması gerekir: Modern zamanların yönetim bilimi ile pazarlama disiplininin anavatanı Amerika’dır da ondan! Evet, tarafsız düşünürsek pek de yanlış sayılmaz bu cevap. Tipik tüketim toplumu olmanın getirdiği ayrıcalık ve yönetişime geçiş felsefesini oluşturan disiplin gerçekten de Amerika kökenlidir. Tarihsel gelişim açısından başka ulusların daha az yeri bulunur bu platformda.

Benzer genleri ve deneyimleri taşımasına rağmen tngilizlere bile fazladan söz hakkı verilmez burada.

Üstelik ‘modern zamanlar’ kavramıyla yönetim psikolojisi 20. Yüzyıl’dan itibaren Amerika sayesinde ‘post modernizm’ aşamasına evrilmiş durumdadır bugün.

Amerika odaklı yönetişim olgusu içinde endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçiş süreci de var.

Şirketlerde öne çıkan rekabet yarışı, gücün ahlak sınırları içinde kullanılmasını emretmektedir.

Merkezkaç eksenli yönetim felsefesinde ‘yöneten’ ile ‘yönetici’ arasında artık ayrım yapılmıyor.

Bir başka gerçek de şudur: Peki, tüm süreç sadece Amerikalıların tekelinde mi bugün? Mesela geçmişte emir komuta anlayışı içine hapsolmuş Japon yöneticiler sonradan birçok yönetişim tekniğine imza atmalarına rağmen adları neden bu platformda pek geçmiyor?

JAPONLARIN KATKISI VAR

Aslında Amerikalılar her kültürden bir şeyler alıp senteze gittiklerinden başarılı oldular. Japonların yeni nesil ‘zen kültürü’ haline getirdikleri yönetişim modeli de buna dâhildir. Amerikalı şirket kurmayları giderek evrimleşen ‘Japon Modeli’ne her şeye rağmen derin hayranlık duyuyorlar şimdi!

işin içinde gelişmiş tüm ülkelerin katkısı olduğu ise kesin. Yine de evrimleşme felsefesinin temellerini atarak yönetişimi orijinal kurumsal bir disiplin haline getirmenin onuru daima Amerikalılarındır.

Biliniyor ki, Amerikalılar Japonların savaş sonrası yönetim tekniklerinden alıntı yaparak özellikle son otuz yıl içinde literatüre çok şey kattılar. Öncesinde ‘kalite çemberleri’ ile başlayan bu süreç giderek akademik bir öğretiye dönüştü. Yeni anlayış hızla İngiltere ve ‘Kıta Avrupası’na yayıldı.

Şimdi Japon öğretileri Amerikan üniversitelerinden büyük Amerikan şirketlerine kadar her yerde büyük ilgi görüyor! Henüz Japonların kaliteye ilişkin söylemlerinin sonuna gelinmedi ama Avrupa’da da çoğu şirket yönetişimde Japon katkılı yönetim modelini de epey benimsedi.

Avrupalılar bu farklı yönetişim tekniğini sosyolojik açıdan en ince ayrıntısına kadar analiz ediyor, küresel mantığa uyarlayıp güncel iktisadi görüşlerin içine devşiriyor. Peki, neydi Japon stili yönetişimin sırrı?

Avrupa’ya da sıçrayan bu öğreti Japonların her sabah yaptıkları toplantı egzersizlerden mi oluşuyordu?

ORTAK AKLIN YÖNETİM BİÇİMİ

Uygulamalardan bir kaç örnek verelim hemen: Japon yönetişim modelinin önemli bir kuralı var.

Mühendislik, tasarım ve üretim elemanlarının yanı sıra, finansçılar da doğrudan pazarlama odaklı yetiştiriliyor bugün. Pazarın talep ve dinamiklerini sıradan bir tasarım mühendisi bile ince ayrıntılarına kadar bilmek zorunda.

Bu modele Japonlar ‘Çok Fonksiyonlu Yönetişim Modeli’ adını veriyor.

Japonların savaş sonrası yeni dilinde ‘talimat’, ‘buyruk’ ve ‘emir’ gibi geleneksel unsurlar artık yok. Düne kadar Japonların militarist bir eğilim içinde oldukları, üstlerinin önünde saygıyla eğilerek hep peki demeleri tarihe karışmış durumda.

Sabahları yöneticiler kendi aralarında 30 dakikayla sınırlı bir sohbet toplantısı yapıyor; geçmiş günün aksiyonları ortaklaşa paylaşılıyor. Toplantıda kıdem, rütbe ya da hiyerarşi gibi kavramlar yok edilmiş!

Sıradanlık olarak yorumlanan ‘Öneri Kutuları’ şimdi yeniden başköşeye konuyor. Yaratıcı fikirler neredeyse her hafta bu kutulara atılıyor. Eleştiri yok, niçin böyle yazdın yok! Her öneri en ince ayrıntısına kadar değerlendiriliyor, katkı oranında kişiler ödüllendiriliyor. Öneride bulunmayanlar ise zamanı gelince terfi sisteminde bir yerlere takılıp kalıyor.

Bu modelde önemli olan şey yarınları kucaklayacak orijinal fikirler üretmek!

Üst düzey yöneticiler günlük işlerle pek ilgilenmiyor.

Üst düzey yönetimin en önemli görevi sadece geleceği kurgulamak! Stratejik kararlar orta kademe yöneticiler tarafından almıyor sonuçlar ortak akılla kontrol ediliyor.

‘Şirket Başkanı’ ya da ‘Kurum Başkanı’ gibi pilot kavramlar oluşturulmuş. Başkanlar genellikle 50 ila 60 yaş aralığında. Batılı CEO’larm aksine bunlar başta pazarlama ve finans olmak üzere her konuda derinlemesine ihtisas sahibi kişiler. Önemli özellikleri yönetim kademelerini harekete geçirmek, çalışanları motive etmek! Diplomasi dilini iyi kullanıyor, çalışanların arasına karışıp bireylere rol model oluyorlar.

Japonların yeni nesil yönetişim uygulamasında temellendirilmiş çok sayıda kural var. Sanılanın aksine dijital teknoloji ile robotik analizler işin içine pek karıştırılmıyor.

Yüz yüze hissederek görüşmek esas…

Şunu söylüyorlar bu konuda: “Yönetişim emir vererek yönetmek değildir; amaç şirketin ortak aklını geliştirmektir!”

Evet, geriye bakıldığında tam da Japon paradoksu denilebilecek sıra dışı bir gelişme bu! Haftanın yazısını ‘Katsuya Hosotani’nin sözleriyle bitirelim: “Japonya’da bir kurumun gerçek yöneticisi sizce kimler olabilir? Bana göre uzağı gören, fikir üreten, değişim algısına sahip, kolektif bilinci bayrak edinmiş tüm çalışanlar o iş yerinin gerçek yöneticileridir.”

Nur Demirok

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu