Makaleler

Kadınlar neden dövülüyor ve öldürülüyorlar?

Kadınlar neden dövülüyor ve öldürülüyorlar?

Son yıllarda ülkemizde ağır yaralanmalara ve ölümlere yol açan aile içi fiziksel şiddet olaylarında ürkütücü boyutlarda bir artış görülüyor. Bu durum bireylerin güvenliğini ve toplum huzurunu sağlamakla görevli olan hükümetlerin en temel meselelerinden biri haline gelmiş durumdadır.

Aile içi fiziksel şiddete en çok maruz kalan grupların başında doğal nedenlerle, kendilerini savunamayan ve koruyamayan kadınlar ve çocuklar gelmektedir. Kadınlara uygulanan fiziksel şiddet türlerinin başında cinsel tecavüzler, tekme, tokat, yumruk ve o anda ele geçirilen yaralayıcı her türlü alet ve cisimle gerçekleştirilen kaba dayak ve işkenceler gelmektedir. Bunların yanı sıra ağır hakaret, aşağılama, hor görme, mahrum bırakma, temel hakları engelleme, kıymetli birikimlerini ve parasını elinden alma, küçümseme, alay etme, dışlama, korkutma ve tehdit etme şeklinde sergilenen sözlü ve psikolojik şiddet davranışları da aile birliğini temelden sarsan ve birlikte yaşamayı kadınlar için tahammül edilemez hale getiren çok yaygın olgulardır. Pek çoğu anlık öfke patlamalarıyla gelen ama çoğunlukla uyumsuzluklardan ve geçim sorunlarından beslenen birikimlerin sonucu olan şiddetli kavgalarda, rakip ve düşman olarak görmeye başladığı eşini döven ve ezen taraf erkek olmaktadır. Kimi öfke patlamaları dayak hudutlarını aşarak öldürmeye kadar varmaktadır. Ülkemizde son yıllarda kadın cinayetlerinde korkutucu bir tırmanış vardır. Adalet Bakanlığı 2009 yılında TBMM Genel Kurulu’nda, kadın cinayetleri ile ilgili olarak bir soru sorulması üzerine şu açıklamayı yapmıştı:

‘Türkiye’de kadınlara yönelik cinayet oranı son istatistiklere göre 2002 ile 2009 yılları arasında yüzde 1400 artış gösterdi. 2002 yılında 66 kadın öldürülürken 2009 yılının ilk yedi ayında bu sayı 953’e çıktı.’

Adalet Bakanlığı’nın vermediği diğer rakamları da biz verelim. Emniyet ve Jandarma kayıtlarına göre, 2010 yılında toplam 1550 kadın eşleri, babaları, kardeşleri, kuzenleri, oğulları, sevgilileri ve yakın çevrelerindeki şahıs ve çeteler tarafından öldürüldü. Bu sayı 2011 yılının ilk 5 ayında ise 770’tir. Buna Doğu/Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki çoğu intihar süsü verilerek işlendiği bilinen ama delil ve şahit olmadığı için cezaî sorumlu bulunamayan töre/namus cinayetlerini ilave edemiyoruz. Cumhuriyet yönetimi ne yazık ki, bu bölgedeki feodal yapıyı çözememiş ve çağdaş hukuku aşiret törelerinin yerine yerleştirememiştir. Aşiret yapısı ve ilişkileri içinde kadınlar ikincil konumda olan itilen, dövülen ve bir namus meclisi kararıyla doğrudan, intihara zorlanarak ya da intihar görüntüsü verilerek öldürülen bîçare ve en savunmasız insanlardır.

Namus cinayetleri

Namus, Türk toplumunda önemli bir değerdir. Ancak feodal aşiret yapısının ve kurallarının hüküm sürdüğü Doğu/Güneydoğu Anadolu bölgemizde, bireysel iffet ve şerefi ifade eden bu kavrama bir de aşiretin şerefi kavramı yüklenmiş, hal böyle olunca bu yaklaşım kadın ve genç kızların önüne en önemli töre kanunu ve hayatta kalma ölçütü olarak konmuştur. Bölgede, feodal toplum ve yaşam biçimi nedeniyle namus, müşterek kimliğin ayrılmaz bir parçası olarak görülmektedir. O bölgelerimizde bir kadının ya da genç kızın namusu sadece onların ailelerini değil tüm akrabalarını ve aşiretini ilgilendirir. Namus lekesi sadece onların ailelerine değil tüm aşirete sürülmüş kabul edilmektedir. Bu nedenle bu lekeyi önce aile meclislerinin temizlemesi, şayet aile yapmazsa aşiret konseylerinin temizlemesi kuralı geçerlidir. Maalesef devlet, bu bölgede çağdaş hukuku ve otoriteyi tam hâkim kılamamakta, zira bölgedeki kadın ve genç kızları töre katillerinden korumayı bile başaramamaktadır. Namus lekesi taşıdığı kabul edilen kadın ve kızlar ya alenen ya intihar süsü verilerek ya da intihara zorlanarak öldürülüyorlar. Sadece Batman’da son on yılda 140, Şanlıurfa’da 160 kadın ve genç kız intiharı adlî kayıtlara geçmiş olup bunların yüzde 90’ının zorla intihar ettirme ya da intihar süsü verilmiş cinayetler olduğu düşünülüyor. Van, Siirt, Bitlis, Muş, Diyarbakır, Ağrı, Şırnak, Mardin ve Hatay gibi diğer illerde ve bunların Batı illerine yerleşen diasporalarındaki intiharları ve cinayetleri de unutmamak gerekir. Ancak adlî tahkikatlar ve mahallî otopsiler çok özensiz ve yetersiz bir şekilde yapıldığı ve adlî merciler bu intiharları çok titiz bir şekilde incelemeden, çoğunlukla aile beyanlarıyla yetinerek dosyaları kapattıkları için bu vakâlar kadın cinayeti istatistiklerine yansımamıştır.

Namus adına işlenen cinayetler sadece feodal yapının sürdüğü yerlerde değil, çok gelişmiş olan ve her türlü eğitim imkânları bulunan Batı illerimizde de sık görünen bir olgudur. Doğu/Güneydoğu’dan gelip namuslarını temizleyenleri (!) hariç tutarsak, buralardaki namus cinayetleri ağırlıklı olarak bireysel şerefi kurtarma, aşırı kıskançlık, kırılan gurur ve öfke dürtüleriyle gerçekleştirilmektedirler.

‘Ayıkken dövmem. alkollüydüm, ne yaptığımı bilmiyordum.’

Karısını öldüresiye döverek hastanelik eden erkeklerin çok zaman karakolda ya da savcılıkta söylediği ilk sözlerdir bunlar. Ancak bu sözler çok sık başvurulan favori yalanlardan biridir. Eşine dayak atan erkekler bu yalana sarılarak cezaî sorumluluk almaktan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Erkeklerin eşlerini dövme ve öldürme olaylarında elbette ki, alkol baş nedenlerden biridir. Evde, işyerine giderken ya da işten çıkarken, boşanma davaları görülürken ya da boşanma gerçekleştikten sonra kadının savunmasız ve zayıf olduğu ya da denk getirildiği her yerde öfke, nefret, kin, kıskançlık, haset, dışlanma, terk edilme, gurur kırıklığı ve kaybetmenin acısıyla gözleri dönmüş olan erkekler kadınları ya dövüyorlar ya da öldürüyorlar. Peki, erkekler eşlerini ve sevgililerini başka hangi sebeplerle dövüyor ve öldürüyorlar? Alt alta sıralayarak bunların bazılarını açıklamaya çalışalım:

Patolojik ve paranoyak boyutlarda kıskançlık ve yoğun kaybetme korkusu.

İsteklerinin yerine getirilmemesi. Bu durumun kadın üzerinde kurulan mutlak egemenliğin ihlâli, benlik ezilmesi ve itaatsizlik olarak algılanması.

Kadının davranışlarını kontrol etme, bedenine ve benliğine tam egemen olma isteği.

İnternet ve CD araçlarıyla çok yaygın hale gelen porno filmlerdeki sahnelere özenilerek kadından kültür ve geleneklerimize aykırı, aşırı ve sapkın taleplerde bulunulması. Kadınların çok haklı ve doğal olarak bu talepleri reddetmesi ya da direnmesi. Tedavi ettirilmeyen cinsel sorunlar, bunların getirdiği soğukluk ve gerginlikler. Bu aynı zamanda boşanmaların da baş nedenidir.

Özgüvenleri ve kendilerine saygıları eksik olan, örselenmiş öz-benliğe sahip erkekler dışarıya maço görünerek ve özellikle eşlerine karşı aşırı şiddet uygulayarak, aşırı özgüvenli bir profil sergilemek suretiyle bu kişilik arızalarını saklamaya çalışırlar. Bu durum sadece eğitimsiz ve cahil insanlara özgü sanılmasın. Bir profesör olan eşini yıllarca dövdüğü ve ona her türlü fizikî ve psikolojik işkenceler yaptığı ortaya çıkan üniversite rektörleri, eşini kızgın ütü ile yakarak hastanelik eden saygın işadamları, tam egemenliklerini reddettiği için karısını ve sevgilisini bacaklarından vurdurduğu söylenen sanatçılar görmedik mi? Kadına şiddet uygulamanın ya da onları öldürmenin sadece eğitimsizlikle, cehaletle ve fakirlikle alâkalı bir şey olmadığını vurgulamaya çalışıyorum.

Başarısızlığa düştüklerinde ya da yetersizliklerinde ilk olarak en yakınında bulunan eşlerini suçlayarak bunun hıncını onlardan çıkarmak istemeleri.

Kadınların son yıllarda feminist kadın yazarların çabalarıyla ve televizyonlardaki kadın programlarının etkisiyle haklarını öğrenmeye başlamaları, bir zaman sonra cesaretlerini toplayarak artık kocalarına itiraz etmeye, haklarını aramaya ve korumaya çalışmaları. Bu uyanışın ve dirençlerin, kadınlarının benliklerine ve bedenlerine tam egemen olmaya alışan milyonlarca maço erkeği çıldırtmaya yettiği ve fiziksel şiddet olarak geri döndüğü kesindir.

Farklı ve zıt cemiyetlerden, farklı ırklardan ya da milletlerden bireylerle yapılan evlenmeler yüzünden başlayan kültür çatışmaları ve mizaç uyumsuzluğu ile gelen şiddetli geçimsizlik ve münakaşalar… Eşlerin hep kendilerini düşünmeleri, sorun ve olayları empati yapmadan kendilerine göre değerlendirmeleri, çok bencil ve paylaşmaya kapalı olmaları.

Bilhassa kadından ve kadının birinci derece akrabalarından gelen karşılanması güç aşırı maddî beklentiler ve talepler yüzünden yapılan aşırı borçlanmalar. Erkeğin çevresindekilere, iş arkadaşlarına ve bankalara aşırı borçlanmasıyla birlikte gelen yoğun stres ve gerilimler.

Kumar, alkol, uyuşturucu ve tiner bağımlılığına bağlı akıl ve ruh bozuklukları ve ani öfke patlamaları.

Büyük şehirlerin gürültü, telaş ve koşuşturma dolu yoğun stresli ortamları yetmezmiş gibi, gittikçe zorlaşan geçim şartlarından, yorucu, ağır iş koşullarından ve temposundan kaynaklanan asabileşme ve tahammülsüzleşme.

Kadınların da iş hayatına ve kariyer koşuşturmasına katılması sonucu tarafların birbirlerinden iyice uzaklaşmaya, yabancılaşmaya başlamaları ve bu yüzden sağlıklı iletişim kanallarının tıkanması. Bu süreç sonunda eşlerin birbirlerine saygı ve sevgileri kayboluyor hatta bir zaman sonra aynı evde bir arada bulunmaya ve birbirlerinin varlıklarına bile katlanamaz hale geliyorlar. Sonunda ekseriyetle kadına fiziksel şiddet olarak dönen yıkıcı çatışma ve kavgalar başlıyor. Öyle ki, erkek kimi zaman cinnet geçirip kadını oracıkta ya da kaçıp sığındığı akrabalarının evinde katledebiliyor. Her ikisi de çalışan çiftlerin, acil veya rutin ev ihtiyaçlarına ve müşterek masraflara ilgisiz kalarak kazançlarını müsrifçe kendileri veya akrabaları için harcamayı âdet haline getirmeleriyle başlayan sürtüşmeler.

Erkeğin çocukluk döneminde ebeveyn kaynaklı yoğun ve uzun süreli şiddet öyküleri bulunması ve bunun sonucu olarak şiddet kültürünü benimsemesi.

Yanlış, eksik ve kötü alınmış bir aile eğitimi. Topluma karışmadan, komşu ilişkileri kurmadan merdümgiriz yaşamak. İzole bir ortamda topluma kapanık yaşamaya bağlı olarak bilinçaltında biriken, dışarıdaki sosyal yaşamda sakince ve hasar vermeden boşaltılabilecek olan gerilim ve öfkelerin evde en yakında bulunan kişilere patlaması.

Gelişmiş ve olgun bir kaynana, görümce, elti, kayınpeder, baldız ve kayınbirader kültürüne sahip olmayan yakın akrabaların evli çiftlerle aynı evi paylaşarak yaşamaları, buna mukabil beraber yaşamanın gereklerine ve hudutlarına dikkat etmeyerek geçim bozucu dolduruşlar yapmaları ve eşleri birbirine düşürmeleri.

Erkeğin işini kaybetmesine bağlı olarak gelen yıkım, gerilim, endişe ve stres… İşsiz erkeğin çalışan eşinin kazancına bakması lâkin kimilerinin bunu zamanla alışkanlık yaparak iş aramaktan vazgeçmesi ve eşinin kazancına el koyması… Kadının erkekten daha fazla kazandığı ve erkekten daha yüksek kariyer yaptığı bir işte çalışması nedeniyle erkeğin bu durumu onur-gurur meselesi yaparak hasetlenmesi ve kinlenmesi.

Taraflardan birinin eşini başkasıyla aldattığı kuşkusuyla veya gerçekten aldatmasıyla başlayan travmatik yıkım, öfke ve cinnet…

İnternette çok yoğun ve uzun sürelerle sohbet, arkadaşlık ve porno sitelerinde vakit geçirmenin eşlerin birbirlerine sadakatlerini, saygı ve güvenlerini yok etmesiyle başlayan gerginlikler.

Erkeğin gayri meşrû işler yapması, kumar, içki ve uyuşturucu parası temin edebilmek için eşini ahlâk ve kanun dışı işlere zorlaması.

Aşırı mizaç ve davranış bozukluğuna sahip olan, yerinde hiç duramayan, iletişim kurulamayan, söz dinlemeyen, çok enerjik, kaprisli, mızmız ve hiperaktif çocuklar yüzünden sık sık ve ekseriyetle yemek saatlerinde anne babaların birbirlerine düşmeleri. Evde, ileri derecede delirium, bunama, alzheimer hastası olan, çok zahmetli, çok yıpratıcı ve sürekli bir bakım gerektiren nine, dede gibi yakınların verdiği aşırı stres, gerilim, asabileşme, hoşnutsuzluklar, bitmeyen münakaşalar ve gelsin cinnet geçirmeler…

YARIN: Kadınları öfkeli veya psikopat erkeklerden nasıl koruyacağız?

Tuncer Günay Araştırmacı-Yazar

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu