Makaleler

‘Özel hayat’ ve bu alana müdahalelerin anayasal durumu

Eğer bir genel ahlaktan bahsedilecekse bu, özel hayata ilişkin gizli bilgilerin ortaya çıkarılmasında meşruiyet sebebi değil; bir şekilde ortaya çıkmış bir bilgi sebebiyle sorumlu olunup olunmayacağı noktasında referans kabul edilebilecek bir kavram olarak değerlendirilmelidir.

Son günlerde medyada etik ve siyasî sonuçlarının tartışıldığı, internet ortamında da ilgili görüntülerin yayınlandığı ‘kaset skandalı’ hadisesi, hukukî boyutu itibarıyla önem taşımaktadır. Bu durum ‘genel ahlak’ çerçevesinde değerlendirildiğinde hukuksal düzeyde neyin ahlakî olup olmadığına yönelik bir ortak noktanın olmadığı (Anayasa’nın 20/2. maddesinde genel ahlak ifadesi yer almakla birlikte içeriğine ilişkin somut düzenlemeler olmadığı için neye ve kime göre genel ahlaktan bahsedileceği açık değildir, zaten böyle bir açıklığın varlığı da anayasa teorisine uygun değildir), toplumun çeşitli kesimlerinde de genel ahlakın ne olması gerektiği durumunun farklı algılandığını söylemek mümkündür. Çoğulcu demokratik bir sisteme uygun olarak bir toplumda farklı değer yargılarının oluşması sistemin kendisinden kaynaklanan bir durumdur. Bu anlamda suç teşkil etmeyen ve hukuka aykırı olmayan farklı yaşam biçimlerinin yargı merciini, demokratik bir hukuk sisteminde mahkemeler değil; toplumun çeşitli kesimlerinin duruşu oluşturur. Bu duruş baskı yaratıcı bir tepki olarak değil ‘tercih’ olarak gerçekleşmeli ve algılanmalıdır.

Bizim hukuk sistemimiz özel hayatın gizliliğini korumaya yönelik çeşitli önlemler almıştır. Anayasa’mızın 20. maddesinde, “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” hükmü bu alana ilişkin genel korumayı ifade eder. Burada tartışılan bir nokta, kişinin özel alanının sadece aile hayatı olup olmadığıdır. Anayasal ifade özel hayata ve aile hayatına ilişkin ayrı ayrı korumayı öngörmüştür. Dolayısıyla kişilerin yaşadıkları bu ilişkileri özel alan ve genel alan olarak ayırmak anayasal açıdan mümkün görünmemektedir. Özel hayatın dokunulmazlığı bir temel hak olduğuna göre Anayasa’nın ilgili maddesindeki sebepler dışında sınırlanması da mümkün değildir ve sınırlama kişiler tarafından değil yargı mercilerinin kararlarına bağlı olarak devlet tarafından gerçekleştirilebilir. Özel hayatın gizliliğini korumaya yönelik düzenlemeler Türk Ceza Kanunu’nda da yer almıştır. 133, 134 ve 135. maddelerde konuşmaların dinlenmesi ve kaydı, gizliliği ihlal ve ifşa, basın yayın yoluyla özelin yayılması gibi eylemler suç olarak tanımlanmış ve yaptırımlara bağlanmıştır. Ceza Muhakemesi Kanunu’muzun 217. maddesinde ise hukuka uygun olmayan şekilde elde edilecek delillerin bir davanın aydınlatılmasında dahi kullanılamayacağı hükme bağlanmıştır. Bir ceza davasının aydınlatılmasının, bir siyasetçinin özel hayatına ilişkin bilgilerin kamuoyuyla paylaşılmasından doğacak ‘kamu yararı’ndan daha elzem bir durumu ifade ettiği ise şüphe götüremez. Bütün bu yasaklara rağmen özel hayatın gizliliği ihlal edilmişse ancak mağdur/zarar gören kişilerin şikâyet etmesi halinde soruşturma sürecinin başlatılması ve gerektiği durumda ilgili sitelere yayın yasağının getirilmesi mümkündür.

ÖZEL HAYAT KAMUYA AÇILIRSA?

Bir diğer tartışma ise kişilerin yaşadıkları ilişkiler bağlamında sorumluluklarının yalnızca kendilerine ve ailelerine karşı olduğu, dolayısıyla yaşanan ilişkilerin toplumu hiçbir şekilde ilgilendirmediğine yönelik iddia ile sorumluluğun çok yönlü olacağına ilişkin iddiadan kaynaklanmaktadır. Anayasa’ya bakıldığında temel hak ve hürriyetlerin niteliğinden bahseden 12. maddede şu ifadelere yer verildiği görülür: “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.” Maddenin devamında ise, “Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.” ifadesi yer alır. Bu ifade anayasal teori açısından çok tartışmalı bir ifade olmakla birlikte, mevcut sistemde kişilerin hareketlerinin tek başına kendilerini ilgilendiremeyeceğinin, temel hak ve hürriyetlerin kullanımında toplum nezdinde de sorumlu olunabileceğinin açık ifadesidir. Gerek anayasayla gerek kanunlarla getirilebilecek aile, toplum ve diğer kişilere karşı hukukî yükümlülükler yanında topluma karşı sorumluluk yine anayasal bir ifade olan “genel ahlak” çerçevesinde de gerçekleşebilir; ancak hiçbir şekilde zor, şiddet ve hukuka aykırı eylemleri içerecek davranışlara meşruiyet kazandıracak şekilde algılanamaz. Yalnız altı çizilmelidir ki eğer bir genel ahlaktan bahsedilecekse bu, özel hayata ilişkin gizli bilgilerin ortaya çıkarılmasında meşruiyet sebebi değil; bir şekilde ortaya çıkmış bir bilgi sebebiyle sorumlu olunup olunmayacağı noktasında referans kabul edilebilecek bir kavram olarak değerlendirilmelidir.

Gerek anayasal gerek toplumsal yapı itibarıyla bireyselleşmenin tam anlamıyla gerçekleşmediği ülkemizde, kişilerin özelinde yaşamış olduğu birtakım tercihler toplumsal bazda örneğin; çeşitli görevlere getirilme ehliyetine sahip olunup olunmadığı noktasında bir kıstas olarak kabul edilebilmektedir. Özellikle siyasî temsil kabiliyetini kazanmada ve siyasî birtakım görevlere gelmede demokrasiye uygun olarak seçmenin tercihi etkili olur. Bu tercihte de etkili olan kriterler toplumun eğilimi, ahlak anlayışı, inançları, sosyo-kültürel ve ekonomik yapısıdır. Dolayısıyla özellikle siyasetçilerin bu değer yargılarına saygı göstermeleri ve uygun bir davranış modeli içinde olmalarının seçilebilmeleri açısından kıstas kabul edileceği realitedir. Toplumun değerlerine uygun davranış, tek başına bir birey için başka sebeplerin yanında dışlanmama, ayıplanmama gibi gerekçelerle gerçekleşirken; bir siyasetçi için ilkinin yanında tercih edilme (seçilebilme) gerekçesiyle de olur. Ancak ifade edildiği gibi hiç kimsenin hukuki anlamda böyle bir zorunluluğu yoktur.

Özel hayatın gizliliğine yönelik koruma demokrasinin önemli bir gereğidir. Ve bu sağlanmadıkça barışçıl bir ortamdan, hukukî güvenlikten ve özgürlüklerden bahsedilemez. Gerekirse yapılacak anayasa ve yasa değişikliklerinde bu alanı korumaya yönelik daha yoğun ve caydırıcı önlemler alınmalıdır. Bunun yanında hukuk sistemimizde özel hayata yönelik saldırılar, hukuken yasaklandığı gibi yukarıda ifade edilen şekilde toplumun değerleri bağlamında da meşru görülen davranışlardan değildir. Kişilerin görüntülerinin kaydı ve yayımı halinde hem hukuk hem de toplumsal değerler birlikte ihlal edilmiştir. Suç teşkil eden bu eylemlerin takibi ise yine Ceza Kanunu’muza göre mağdur kişinin şikâyeti yoluyla gerçekleşecektir. Bu bakımdan hukukî yollara başvurularak yargılama sürecinin başlatılması ve yargı sürecinin toplumdaki sağduyu da dikkate alınarak hızlı işletilmesi her anlamda faydalı olacaktır.

HİLAL YAZICI KTÜ HUKUK FAKÜLTESİ

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu