Makaleler

Kıbrıs’ta çözüm için ne yapılmalı

Artık neredeyse altmış yılı devirmek üzere olan Kıbrıs sorununda, önümüzdeki sonbahardan itibaren yeni ve -her şeye rağmen- çözüm umudunu koruyan bir sürece girilecek.

BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un hem Hristofyas’a hem de Eroğlu’na ekim ayına kadar aralarındaki farklılıkları gidererek kapsamlı bir çözümün gerçekleştirilmesi için hazır olmaları çağrısı yapması önemli. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yeni hükümetin kurulma aşamasında gerçekleştirdiği Kıbrıs ziyareti de en az bunun kadar önemli. Zira, yerli ve yabancı pek çok yorumcu tarafından Türkiye’nin dış politikasında yeni bir çizgiye damgasını vurduğu kabul edilen Davutoğlu’nun bu gezisi, Kıbrıs’ta çözümü belli bir takvime bağlama amacını da içermektedir. Bir bakıma BM Genel Sekreteri’nin çağrısıyla uyumlu gibi görünen Davutoğlu yaklaşımı, aslında sorunun Kıbrıs’ın 2012 ortasında başlayacak olan AB dönem başkanlığından önce çözmeyi amaçlaması bakımından büyük bir anlam taşıyor.

Uluslararası ilişkiler alanında sâdece aktif bir politika izlemeyi değil, aynı zamanda “komşularla sıfır sorun” hedefini öne çıkarmasıyla da dikkat çeken Davutoğlu çizgisinin bu yönü, Kıbrıs söz konusu olduğunda biraz ihmâl edilmiş gibiydi. Bir diğer deyişle Türkiye, Kıbrıs sorununu çözme yönünde, “komşularla sıfır sorun” hedefini unuturcasına, pasif ve hattâ AK Parti liderliğinin 2002-2005 arasındaki çizgisine ters düşen bir “milliyetçi” yaklaşım içindeydi. Üstelik, bu yaklaşımın AB müzakerelerine olumsuz yansımalarının olduğunu da bilmesine rağmen. Şimdi bir çözüm atağına kalkılacağı izleniminin verilmesi, birkaç noktada anlamlandırılabilir. Bir kere Türkiye, uluslararası alanda, özellikle de kendi bölgesinde komşularına göre elde etmiş olduğu göreli güçlenmenin rahatlığıyla böyle bir “çözüm” atağı başlatmak istemektedir. Bu “çözümcü” yaklaşım, BM Genel Sekreteri’nin çağrısıyla ve dolayısıyla uluslararası camia ile paralellik göstermektedir. Netice olumlu olur da Kıbrıs sorunu çözülürse, Türkiye uluslararası alanda daha da güçlenerek yoluna devam edecek, özellikle de AB tam üyelik müzakere süreci hızlanacaktır. Sorunun çözülememesi durumunda ise Türkiye, geçmişte Annan Plânı’nın son evresinde olduğu gibi, yine BM ve dolayısıyla uluslararası camia ile uyum içinde hareket ettiğini, çözümsüzlüğün ise kendi iradesi dışındaki etkenlerden kaynaklandığını ileri sürebilecek ve böylece Kıbrıs’taki çözümsüzlükten kaynaklanan problemleri bertaraf etmekte daha avantajlı bir konuma geçebilecektir.

RUMLARIN AB DÖNEM BAŞKANLIĞI YAKLAŞIYOR

Gerçekçi olmak gerekirse, altmış yıllık çözümsüzlüğün bıkkınlığının da katkıda bulunduğu “umutsuz” bir atâlet içinde bulunan Kıbrıs’ta çözüm yönünde bir hareketin başlatılabilmesi, sorunun taraflarından Türkiye’nin inisiyatifiyle mümkün olabilecek gibi görünmektedir. Ekonomik krizin ağır etkisi altındaki Yunanistan’ın, AB üyeliğinin rehaveti içindeki “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin çözüm için doğrudan ve etkili yeni bir başlangıç yapabilmeleri mümkün görünmüyor. Kuzey Kıbrıs ise, hem uluslararası camiadan hak ettiğine inandığı destek ve teşviki göremiyor hem de Türkiye ile zaman zaman alenîleşen sorunlar yaşıyor ve özellikle mevcut liderlik yapısı göz önüne alındığında, esasen Türkiye’den bağımsız bir biçimde davranma imkânı da irâdesi de mevcut değil.

Evet, Kıbrıs’ta çözüm Ban Ki-moon’un çağrısına uygun olarak ekim ayında yeni bir görüşme trafiğiyle başlayacak ve Türkiye’nin arzusu gerçekleşebilirse, 2012 ortalarına doğru, yeni Kıbrıs’ın AB dönem başkanlığını devralmasını sağlayacak biçimde gerçekleşecek. Bütün bunların gerçekleşebilmesi, büyük ölçüde Türkiye’ye bağlı. Türkiye, Davutoğlu’nun ziyaretiyle başlayan hamlesinin devamında, Kıbrıs’ta çözümün “federal bir yeniden birleşme temelinde” gerçekleşebileceğini kabûl ederek ve bunun gerçekleşmesi için, özellikle de Kıbrıslırumların sürece ve sonucuna güvenini artıracak somut bazı adımları atarak ilerlerse, çözüm olsa da olmasa da kazanan taraf olarak yoluna devam edebilecektir.

Bu bağlamda, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum akademisyenlerden oluşan Kıbrıs Akademik Diyalog’un (KAD) önerileri dikkate değer. Bundan iki yıl kadar önce oluşturulmuş bulunan ve bir fikir alışverişi platformu niteliğinde olan KAD’ın Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk mensupları, 25 Haziran’da gerçekleştirilen ve 45’i aşkın katılımcının yer aldığı bir dizi çalıştayda, Kıbrıs sorununun çözümü için, Kıbrıslırumların, Kıbrıslıtürklerin, Yunanistan’ın, Türkiye’nin, AB ve BM’nin neler yapması gerektiğini tartıştı ve bazı sonuçlara ulaştı. Buna göre, örneğin Rum tarafı “toplumlararası görüşmelerin ucu açık şekilde sonsuza dek sürdürülemeyeceği gerçeğinin farkına varmalı ve görüşmelerin tercihen Mayıs 2012’de kapsamlı bir çözümle sona erecek şekilde bir takvime bağlanmasını kabul etmeli; Türkiye’den Kıbrıs’a gidip yerleşmiş olan “göçmenler”in tümünün geri dönmeyeceğini kabul etmeli; tüm kışkırtıcı sembol ve işâretleri kaldırmalı; Kıbrıslıtürk kökeninden gelmeyen bazı kişilerin çözümden sonra da adada ikamet etmeye devam edecekleri gerçeğini kabul etmeli; garantiler konusundaki tutumunu yumuşatmalı, örneğin garantörlüklerin tedricen kaldırılmasını kabul etmeli; sivil toplumu barış sürecine dahil etmeli, Maraş, Mağusa Limanı ve Ercan Havaalanı’nın Avrupa Birliği’nin otoritesi altında açılmasını kabul etmelidir.” Bunlara, ara bölge boyunca 10 km’lik bir bölgenin askersizleştirilmesi ve eğitimden kamu yönetimine kadar pek çok alanda Türkçe ve Rumca, iki dilli eğitimin kurumsallaştırılması gibi önerileri de eklemek mümkündür. KAD’un sözünü ettiğim çalıştaylarında, bu önerilerin Kıbrıslıtürkler için de geçerli olan karşılıkları bulunmakta ve tümü yine KAD’ın bir sure önce kamuoyuna açıkladığı mülkiyet sorunuyla ilgili ilkeleriyle pekiştirilmektedir.

KIBRIS SORUNUNU YUNANİSTAN ÇÖZEMEZ

Çalıştayların Türkiye kamuoyu için ilginç gelebilecek sonuçlarından biri, Yunanistan’ın Kıbrıs sorununun çözümünde pek fazla katkı yapabilecek bir konumda olmadığının ortaya çıkmasıdır. Bu bağlamda, “iflâs etmesin yeter, başka ihsân istemez!” diye özetlenebilecek yaklaşıma ek olarak, Türkiye’nin yapması gerekenlerle ilgili bazı noktalarda Yunanistan’ın da, sözgelişi Rum Millî Muhafız Ordusu içindeki Yunanlı subayların sayısını azaltmak gibi yapması gereken işler bulunmaktadır.

Buna karşılık, KAD’ın çalıştaylar sonucunda yayınladığı deklarasyona göre, Kıbrıs sorununun eli en güçlü görünen tarafı olan Türkiye ise, (1) Kıbrıs’ın kuzeyinde demografik yapının değiştirilmesine son verilmesi için Kıbrıslıtürklerle işbirliği yapmalı; (2) Adadaki askerî varlığını önemli ölçüde azaltmalı ve kapsamlı bir çözüm çerçevesinde askerî birliklerini geri çekmeyi (3) Ara bölge boyunca 10 km genişliğindeki alanı derhal askersizleştirmeyi (4) Kıbrıslırumların, adanın tamamı üzerinde tek taraflı müdahale olasılığıyla ilgili endişesini hafifletmek için garanti sisteminde değişiklik yapmayı (5) Kıbrıs’ın kuzeyinde kendine özgü, ayrı bir Kıbrıslıtürk toplumunun var olduğunu kabul etmelidir ve (6) Kıbrıslıtürk sivil toplumunun siyasal iradesine, taleplerine ve arzularına saygı duymalıdır.

Türkiye’nin Kıbrıs sorununda BM ve dolayısıyla uluslararası camia ile uyum içinde yeni bir hamle başlatacağı izlenimini verdiği şu günlerde, özellikle de ekim ayında başlaması beklenen yeni görüşme sürecine doğru, KAD’ın önerilerini ciddiye alarak bazı somut adımlar atması yerinde olacaktır. KAD’ın yayınladığı deklarasyonda, “Türkiye’nin yapması gerekenler” başlığı altında yer alan önerilerden hiç değilse bazılarının gerçekleştirilmesi, Türkiye’nin Kıbrıs sorununda zâten güçlü olan elini daha da güçlendirecek, çözümsüzlüğün sürmesi hâlinde bile Türkiye süreçten daha da güçlenmiş olarak çıkacaktır. Tabii aslolan Kıbrıs’ın federatif bir yapı içinde yeniden birleşmesinin gerçekleşmesidir. Pratik siyasete hakim olan çıkar kaygıları süreci ne denli çarpıtırsa çarpıtsın, sâdece AB normlarında içselleştirilmiş olan çağdaş demokratik standartlar değil, siyasî etik ilkeleri de bunu emretmektedir.

Levent Köker

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu