Makaleler

Kimlik Mahremiyeti Olmayan Aleniliktir

Aidiyet duyguları, kültürel temsil alanında şaşırtıcı bir zenginliğin konusudur. Bunun izlerini estetik tarihte sürebiliriz. Eski dünyanın günümüze intikal eden varlıkları biz modernleri, her tanıklıkta bir kez daha büyülüyor, gıpta ettiriyor, hatta kıskançlık duygularına sürüklüyor. Kültürel olarak eski dünyanın işçilikleri modern dünyada sürdürülemiyor. Modern dünya kültürel anlamda alabildiğine yoksul ve kaba. Sebebi aidiyet duygularının -mesela sanatlardaki- temsilinin çok daha “içeriden” açık uçlu olarak yapılabilmesiyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Mahremiyet ve aleniyet arasında tomurcuklanan insan tecrübeleri aktüel karşılıkları açısından zengin gözüküyor. Her ne bağ gelişiyorsa, bu bağın deruni ya da en azından duygular dünyasındaki karşılıklarının, bugün kimliklerin biz modernlere yaşattıklarından daha fazla olduğunu iddia edebiliriz. Oysa kimlikler sert, habis ve tek dereceli bir yapıdadır. Öte yandan mahremiyetlerden arındırılmış, kamusal (toplumsal) ve siyasal bir değer taşır. Kimlikler oluşmuyor, oluşturuluyor. Üstelik bu aidiyetlerin geriletilmesi pahasına. Aidiyetlerin çok çeşitli yapısı ile ne sanayi üretiminin disiplinleri ne de kamusal hayatın soğuk iş ve işlemleri barışabilir. Yani ne modern ekonomi dünya ne de siyasal ekonomiler aidiyet kaldırıyor. Eski dünyada siyaset, mahremiyetlerle aleniyetler arasındaki geçişlere düzen kazandırma kapasitesiyle tartılırdı. Modern dünyada ise aleniyetin mahremiyeti bastırma, sindirme ve denetim altına alma kapasitesiyle tartılıyor. Dolayısıyla mahremiyetten temellenen ve aleniyete uzanan; oradan da yeniden mahremiyetle buluşan aidiyet tecrübesini hoş karşılamaz. Aidiyet karşısında kimlik geliştirir. Kimlik ise kapalı ve tekçi yapısıyla mahrem ile aleni arasındaki geçişlere sızdırmazlık kuralını yerleştirir. Kimliklerin mahrem dünyalara ve oradaki birikimlere tuhaf göndermelerde ve türetmelerde bulunması, bizi şaşırtmamalıdır. Ama söz konusu göndermelerin ve türetmelerin geleneğin akışı içindeki aktüel duyuşlara çok fazla bir şey söyleyemeyeceği ortadadır. Mesela Fransız kimliği, Fransa’daki cari aidiyet duygularının zımparalanmasıyla, tornadan geçirilmesiyle elde edilmiştir. Bu, bir kültürel ekstredir. Külliyen yanlış olduğu elbette ki söylenemez. Muhakkak hayatın içinde bir şeylere isabet eder. Ama bu isabet ediş sınırlıdır. Bu yüzdendir ki, Fransız kimliğinin bütün bir Fransa’ya teşmil edilmesi de kaçınılmaz olarak abartı ve zorlama gerektirecektir. Sonucun ne olduğu o kadar da önemli değil. Bu, mesela yüzde yüz başarılsa bile, yüzlerce insan neslinin birikimlerinin berhava edilmesiyle olacaktır. İnsanlar, bu kimliği tecrübe ederken içeriden değil, dışarıdan beslenir. Yani siz öncelikle Alman karşısında Fransızsınızdır. Bu farklılık sizi bir ordu olarak Almanların; Almanları da bir ordu olarak sizin karşınıza koyar. Fransızlığı bir kimlik olarak sadece “başkalarına karşı” yükseltebilirsiniz. Bu “başkaları” sanılmasın ki sadece Fransız olmayanlardır. Hayır, Paris bulvarlarında, caddelerinde, metrolarında omuz omuza, itiş kakış ve büyük kalabalıklar halinde, üretimde ve dahi tüketimde aynı “kamusallığı” paylaştığınız Fransızlardır aynı zamanda.

Modern dünya, kamusal-özel ayırımını ince Kartezyen hesaplar üzerinden çok keskin bir şekilde yapar. Kadim zamanlarda mahrem ve aleni arasındaki geçişler özel ve kamusal arasında yoktur. Mahrem dünyada kazanılan bir aidiyet aleniyette tezahür edebilir. Ama kimliklerin ne elde edilişi ne de tasarruf edilişinin özel hayatta bir karşılığı yoktur. İşyerinizin ev ile bitiştiği bir dünyada mesleki dünyanız her yere siner. Ama modern bir mühendis, mesleki dünyasını evine sokmaz. İşte o zaman mesleki kimlik olgusunun ne olduğu ortaya çıkar. Modern insan için ev kamusal hayatın ağırlığının, bunalımının geçici olarak aşıldığı bir soluklanma alanıdır. Geleneksel dünya daha az törenli, daha çok ayinlikçidir. Ayin ne kadar deruni ve yakıcı ise tören o kadar biçimsel ve soğuktur. Bunalımlı, baskıcı kamusal soğuk dramaturjilerin gerdiği insanlar “özel” hayatlarında boşalır. Kamusal modern hayatlar ayinselliğini kaybetmiş, şenliksizleşmiş, törenselleşmiş aleniyetler; özel hayatlar ise derinliğini kaybetmiş mahremiyetlerdir.

Günümüzün alternatif-muhalif siyasetlerinin çok önemli hatası, kimlikleri, daha doğrusu kimliklendirmenin kendisini ilkesel düzeyde tartışma yeteneği gösterememesiyle alakalıdır. Üretim kapitalizmi kamusal hayatı ulus, sınıf, meslek vb. kimliklerle donattı. Özel alana ise çok az şey bıraktı. Bugün tüketim kapitalizmi kamusallığı sanki zıt bir eksende tanımlıyor ve yeni kimlikler biçiyor. Üretimin yerine tüketimi, ulusun yerine etnikliği, insanın yerine insan türlerini (kadın-erkek-eşcinsel vb.) koyuyor. Elde edilmesi, emek gerektirmeyen kültürel kimlikler sanki bizi özgürleştiriyor. Tören ayinin yerini almıştı; şimdi ise şenlik törenin yerini aldı. Yeni kimlikler varoluş dünyamızı biraz daha buharlaştırıyor ve aidiyetsizliğin tarihine yeni bir halka ekliyor. Üretim kapitalizmi mahremiyeti daralttı; tüketim kapitalizmi ise neredeyse yok etti. Artık her şey aleniyetle başlayıp aleniyetle bitiyor. Mahremiyette derinliği olmayan ve bodoslama aleniyetten türeyen her şey önce katılaşıyor, ardından bir şenlik marifetiyle buharlaşıyor. Oysa kalıcı olan ve bize tutunum sağlayan her birikim, bir mahremiyet tecrübesinde deruni bir boyut kazanmakla başlıyor.

Süleyman Seyfi Öğün

Önceki sayfa 1 2

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu