Makaleler

Terörle birlikte yaşamanın öğreticiliği

Terörle birlikte yaşamak öğretici oluyor.

Otuz yıllık tecrübe, olayları anlamada ve yerli yerine oturtmada tüm toplumsal kesimlere daha yüksek bir kavrayış kazandırıyor. Siyasetle şiddetin bu kabul edilemez izdivacı, olup bitenlerin kastı ve hedefi konusunda “ürünleri” üzerinden daha derin bir bakışı mümkün kılıyor. “Çıplak gerçeklik” gibi görülenin peçesini indirmek, daha alttakini, en alttakini görmek artık zor değil.

Bir ilçe merkezinde, yazın parlak güneşinden kaçmak için tarihin taştan serinliğine çekilmiş, bir tarihî binanın asırları damıtan gölgeliğinde soluklanan insanlarla konuşuyoruz. Silvan bölgesindeki on üç askerimizin şehit edilmesi olayına nasıl baktıklarını soruyorum. “Artık sözün bittiği yerdeyiz, bıçak kemiğe dayandı, yeter artık,” diye bağırmıyorlar. Önce bir sessizlik oluyor, sonra sakalında çoğalan akların güneş yanığı teniyle tezat oluşturduğu kişi konuşuyor: “Büyük acı. Hepimizin hissesine düşen bir acı. Ama niyetleri bizi oyuna getirmek ise hayır, bu oyuna gelmeyeceğiz.” “Ne tür bir oyun?” diye tekrar soruyorum. Oyunu bilmesi gerekirken bilmezlikten gelen bu “okumuş”un kastı mahsusasına kısık gözleriyle bir bakış fırlattıktan sonra devam ediyor:” Dertleri demokratik yollarla bu iş çözülmesin. Kan olsun, şiddet olsun. Millet sokağa dökülsün. Büyük çatışmalar yaşansın. Herkes birbirine düşman olsun. Ama yağma yok. Devlet orda işte. Uğraşacak, mücadele edecek, haklarından gelecek. Benim boş lafa karnım tok. Terör deyince, kimin eli kimin cebinde bilemiyorsun ki.”

İki sandalye öteden bir başkasının heyecanlı sesi yükseliyor. “Kardeşim millette milli ruh kalmamış. On üç şehidimiz var, kimse sokağa çıkıp acısını haykırmıyor, teröre karşı kararlı duruşu sergilemiyor. Siz de tutmuşsunuz sakin sakin konuşuyorsunuz. Terörle böyle mi mücadele edeceksiniz?”

O kişi, sükûnetle, telaşsız diğerine bakıyor. “Sokak… Halk sokağa çıkarsa sadece bayrak açmakla, slogan atmakla mı kalır sanıyorsun? Eğer bunun garantisini sen verebiliyorsan, buyur hep birlikte çıkalım, yürüyelim, İstiklal Marşı’nı okuyup dağılalım. Ama böyle acılar üzerinden bir araya gelen kalabalıklar sele benzerler kardeşim. Ne yapacakları, terör problemini hemen oracıkta nasıl çözmeyi akıl edecekleri belli olmaz. Yürüyüş diye yola çıkarsın, bakarsın ki ortada ne yol kalmış, ne usul. İşte terörün de istediği tam bu. Kalabalıkların çılgın bir sel gibi akması, yakıp yıkması. Ortalık ne kadar karışırsa terörü kullananlar için o kadar iyi. Zaten kan akıtmaktan muratları bu. Kimseyle özel bir dertleri yok ki. Dehşet olsun, öfke olsun, devlete güvenilmesin, iş başa düştü deyip kollar sıvansın. Bu ülkeye elbette terörist zarar veriyor ama ona karşı öfkeyle sokağa fırlayanların kestirilemez davranışları daha fazla zarar verebilir.”

Orada yaklaşık on beş kişiyiz. Hemen hemen herkes başını sallayarak konuşanlara hak verdiğini gösteriyor. Fakat başlarını sallama biçimlerinde kontrol altına alınmaya çalışılan bir öfke var. Sabır, öfkeye galebe çalıyor. Bu sadece “sabredelim”den ibaret bir yaklaşım değil. Sabır burada bilgiye, tecrübeye dayanan bir politika. Refleks değil, akıllıca bir yaklaşım. “Milli ruh kalmamış” diyen kişi etrafına bakıyor, kendisine destek olmadığını görünce o da başını yere eğiyor. Samimi kızgınlığı ile söylenenlere hak veren aklı çelişiyor. Çözümün kitlesel öfkelerden geçmediğini o da biliyor.

SEMBOLİK AÇIKLAMALAR VE ÖFKE

Sizce, diyorum, demokratik özerklik diye sembolik olmaktan öteye gitmeyen bir açıklama yapılırken, üstelik bu açıklamada sürekli Türk-Kürt kardeşliğine vurgu yapılıp, mevcut müesses yapıya bağlılık teyit edilirken, “öteki” kamuoylarına da seslenmeye çalışılırken aynı anda böyle kanlı bir saldırıyı gerçekleştirmek akla uygun mu? Bunlar birbiriyle çelişmiyor mu? Kandil’inden BDP’sine kadar çözüm adresi olarak gösterilen İmralı sakini 15 Temmuz ateşkesinin artık bir anlamı kalmamıştır, barış için çalışmalara devam, derken, birilerinin onu tekzip eder gibi bu eylemi gerçekleştirmesi ne anlama gelir? Birkaç kişi hemen “doğru” diye müdahil oluyorlar. “Ben olsam yapmam!” diyor birisi. “Elinde silah olan kimseyi dinlemez kardeşim!” diyor bir başkası. Milli ruhtan bahseden kişi, “Peki, bu demokratik özerklik açıklaması neyin nesi? Ne istiyorlar, ülkeyi mi bölecekler?” diye soruyor. Açıklamayı teferruatlı bir şekilde okumamış. Ne olup bittiğine şöyle bir göz atmış. Zaten birilerinin bu türden konuşmalarına sinirlendiği için birkaç satır okuduktan sonra “olaydan kopuyormuş”. Bunun sembolik bir açıklamadan öteye gidemeyeceğini, kimsenin yasalarla tayin edilmiş devletin niteliğini ve işleyişini “ben böyle istiyorum” diyerek değiştiremeyeceğini anlatıyorum. Türkiye demokratik bir ülke, eğer problem çözücü fikirleri olduğunu düşünen çevreler varsa, bunların hem Meclis hem de kamuoyu marifetiyle bu fikirleri paylaşmaları, ciddi toplumsal destek sağlarlarsa ancak o zaman bu fikirlerin bir mana ifade edebileceğini belirtiyorum.

Konuşurken, tepkilerden çıkarttığım şu: BDP çevrelerinin sesleri buralardaki kamuoylarına ulaşmıyor. Mecralar, araçlar olmadığı için değil. Doğrudan kullandıkları dil, seçtikleri kavramlar insanları “anlamaya çalışmaktan” alıkoyuyor. “Öğrenecekler, anlayacaklar” türünden geçmişin “mağduriyet”ine sarılmış bir -soruna mesafe kazandırmış olmaktan kaynaklanan- kibir işe yaramıyor. Yetmiş dört milyona seslenilmediği sürece alınan her türden mesafe de ayrıca arkasında sorun dolu bir güzergâh bırakıyor.

Terör denildiğinde, bu karanlık ilişkiler yumağının mutfağıyla ürünü arasındaki mesafe, buradaki “mühendisliğin” kastı hususunda insanlar daha ihtiyatlı. Bir derneği, bir partiyi az çok anlarsın, bilirsin, diyorlar. Ne de olsa kapısını çalar içeri girersin. İnsanlara bakarsın, onları dinlersin. Bunların içi dışı aşağı yukarı birdir. Ama terör örgütü tam anlamıyla karanlıktadır. Çünkü terör, zayıfların silahıdır. Zayıflar, terör marifetiyle kendilerine karşı olan toplumsal kesimleri de kendi çıkarları, hedefleri için kullanmak isterler. Rakiplerinin gücünü kendilerine katmanın peşindedirler. Bu yüzden de kitlelerin “şartlı reflekslerini” talep ederler. Devlet otoritesinin zayıflığı, karmaşa, belirsizlik, gelecek güvensizliği, “iş başa düştü” duygusu… Terörist, eylemiyle kitlelere bir “kapan” kurmaya çalışır. Düşmezsen, amacına ulaşamaz, düşersen bir adım daha mesafe alır.

Bütün bunlar üzerine konuştuk. Ne söylersek söyleyelim, o on üç şehidin acısını hafifletmek elbette mümkün olmuyor. Ama akılcılık ve sözler daha az acılar yaşanması için önemli. Bir milletin birlik dirlik işi sürekli Selimiye Camii’ni yapmak gibi bir iş. Balyozla olmuyor. İncelik, zarafet gerekiyor. Konuştuğum insanların nasırlı ellerinde ve yüreklerinde bu incelik ve zarafet var. Hem toplumun teröre ilişkin bilgisi, tecrübesi hem milletimizin bu zarafeti sorunun çözümünde en büyük avantajımız. İnşallah hayırlara ulaşacağız…

Naci Bostancı

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu