Makaleler

Yeni Anayasa Süreci

Yeni yasama yılının ekim ayında başlamasıyla birlikte yeni anayasa yapımının siyasî tartışma gündeminde yeniden ön sıralara çıkacağı anlaşılıyor.

Şu âna kadar kamuoyuna yansıyan bilgilere göre TBMM Başkanı’nın inisiyatifiyle işlemeye başlayacağı anlaşılan bu yeni anayasa yapma sürecini öncelikle bazı gelişmelerin tehdit etmekte olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu gelişmelerden ilki, son zamanlarda tırmanma eğilimi maalesef daha da belirgin hâle gelen şiddet. Şiddetin hâkimiyeti, her türlü kamusal tartışmayı rasyonel bir biçimde sürdürme imkânının da ortadan kalkması demek. Buna ek olarak, kâh İsrail ile ilişkiler bağlamında, kâh Kıbrıs sorunu vesilesiyle tetiklenebilecek milliyetçi kabarışların da, bu tür dış politika sorunlarındaki haklılık, haksızlık tartışmalarından bağımsız bir biçimde, yeni anayasa yapım sürecine olumsuz yansımaları olabilecektir. Unutmamak gerekir ki; Türkiye’nin yeni anayasaya olan ihtiyacı sadece mevcut Anayasa’nın bir askerî otoriter rejimin ürünü olmasından kaynaklanan çarpıklıklarını gidermekten kaynaklanmıyor. Söz konusu olan, bugüne kadar tüm Cumhuriyet anayasalarına, ama en çok ve en kurumsallaşmış olarak da 1982 Anayasası’na hâkim olan tekçi, milliyetçi, merkeziyetçi devlet anlayışının, hem toplumun çoğulcu niteliğiyle hem de çağdaş demokratik özgürlükler düzeniyle uyuşmamasından kaynaklanan bir ihtiyaç. Bu nedenle, yeni anayasa yapım sürecinde tırmanan şiddetin ve uluslararası siyasî sorunlardaki gelişmelerin güç vereceği milliyetçi yaklaşımların sürece hâkim olması, yeni anayasanın baştan sakatlanmış bir sürece tâbi kılınması gibi çok temel bir sakınca ve hattâ belki de bir engel oluşturacaktır. Açıkça yüzleşmemiz gereken gerçekliklerden biri, Türkiye toplumunda 1982 Anayasası’nda ifadesini bulan milliyetçi devlet anlayışını destekleyen ve dolayısıyla kapsamlı ve derinlikli bir demokratikleşme yaklaşımını hoş karşılamayan ciddî kesimlerin mevcudiyetidir. Bu mevcudiyet, aynı zamanda yeni anayasanın birleştirici bir toplumsal mutabakat belgesi olarak oluşmasında da en önemli engellerden birini belki de birincisini oluşturmaktadır. Bu nedenle, yeni yasama döneminde, yeni anayasa yapımı sürecinin TBMM Başkanı’nın inisiyatifiyle oluşmasının, bu engelin aşılması bakımından sembolik olmanın çok ötesine geçebilecek ölçüde büyük bir önemi bulunmaktadır.

USULÛN DAYANDIĞI TEMEL İLKELER

Burada can alıcı öneme sahip hususlardan biri, yeni anayasa yapım sürecinde takip edilecek usûle ilişkindir. Usûl öyle olmalıdır ki, farklı siyasî görüş veya ideolojilere sahip siyasî partilerin ve bunların temsil etmekte olduğu toplum kesimlerinin baştan birbirlerini inkâr edecekleri zıtlaşmaların belirmesine yol açmamalıdır. Bu bakımdan, yukarıda işaret ettiğim çarpıklıkların yarattığı toplumsal ve siyasî kutuplaşma ortamının oluşturacağı engellerin giderilmesi bakımından usûl üzerinden konuşmaya başlamak yerinde görünmektedir. Lâkin, usûl ile esas arasında belirgin bir ayrım yapmak her zaman kolay ve hattâ mümkün değildir. Burada dikkat çekmek istediğim nokta, usûlde var olabilecek bozuklukların işin esasını da bozabileceği anlamından bir usûl-esas birlikteliğinin ötesindedir. Şöyle:

Genel olarak tüm hukuk kuralları, özel olarak da anayasalar, bir toplum üyelerinin tümü için bağlayıcı ve zorlayıcı nitelikte olan kurallar niteliğindedirler. Bu kuralların sahip bulundukları ortak bağlayıcılık ve zorlayıcılık, ihlâl edilmeleri halinde müeyyide uygulanmasıyla somutlaşır. Sonuçta hukukun, özel olarak anayasanın mevcudiyeti, müeyyide altında uygulanan zorlamanın (cebrin) meşrûluğunu mümkün kılar. Zor kullanmanın meşrûluğu ise buna zemin oluşturan kuralların, o kurallara tâbi olanlar tarafından ortak bir anlaşma zemininde meydana getirilmesine bağlıdır. Bir devlet düzeninde anayasanın önemi bağlamında söyleyecek olursak, devletin yürütme ve yargı eliyle icra ettiği zorun meşruluğu, anılan devlet güçlerinin zor kullanma yetkisine kaynak oluşturan anayasa kurallarına bağlıdır ve dolayısıyla anayasalar da toplumun tüm üyelerini bağlayan metinler olarak toplum üyeleri tarafından oluşturulmuş bir mutabakatın ürünü olmalıdırlar. İşte “anayasa yapımında usûl”, ortaya çıkacak olan anayasanın “esası”ndan bu anlamda ayrılabilir bir biçimde, anayasanın meşrûluğunu sağlayacak ilkeler bütünü olarak da anlaşılabilir.

Böyle anlaşıldığında, “anayasa yapımında usûl”ün şu üç ilkenin gereğini yerine getirebilmesi de zorunlu olmaktadır: (1) Anayasa yapım sürecinin tüm tarafları, bireyler ve gruplar olarak, bu sürece “eşitlik” temelinde katılmalıdırlar. Eşitlik, burada (a) her birey ve grubun eşit konumda olması anlamında objektif ve (b) her birey ve grubun kendi dışındaki birey ve grupları kendi eşiti olarak görmesi anlamında sübjektif olmak üzere iki boyutludur. (2) Anayasa yapım sürecinde üzerinde konuşulması, eleştiri ve tartışma konusu yapılması yasaklanan konular, “kırmızı çizgiler” veya “tabular” olmamalıdır. Bu nokta özellikle önemlidir ve Türkiye’nin mevcut anayasa düzenindeki bazı “değiştirilemez” denilen hükümlerin tartışma konusu yapılamayacağının –baştan- ilân edilmemesini gerektirmektedir. (3) Anayasa yapım sürecinde tartışma gündeminin belirlenmesi ve bu gündem konularının gerektirdiği bilgiye erişilmesi bakımlarından, tartışmaya katılan taraflar arasında ayrıcalıklı birey ve grupların olmaması gerekmektedir.

1 2Sonraki sayfa

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu