Kültür Sanat Haberleri

Murat Bardakçı’nın Yeni Kitabı “Neslişah”

Neslişah Sultan “kovulduğumuz gece” diye anlatıyor… Tek servetleri, hükümetin verdiği 1000 İngiliz Pound’uydu. Ve o kadar dünyadan habersizlerdi ki avukatları çoğunu dolandırmıştı. Adam, 10 bin liralık evi 500’e sattığını söyleyip kalan parayı cebe indirmiş. Vahideddin’in tabutuna bile haciz konmuş, cesedi 1.5 ay bekletilmiş. Biz bunlar öğrenemedik, çünkü “Hanedan sizi sömürüyordu” demek, Cumhuriyet’in işine geliyordu. Halbuki hiçbir padişahın hazineden herhangi bir değerli şeyi almaya yetkisi yoktu. Merasimde takacağı mücevher için makbuz yazılırdı. Sürgündeyken ailelerini yaşatmak için ellerinden gelen tek şey, sahip oldukları üç beş parçayı satmaktı.

Bir Fransız, Neslişah’ın halası Seniha Sultan’ı dilenci zannedip sadaka niyetine para veriyor, o da acı bir tebessümle kabul ediyor. Sürünüyorlar parasızlıktan. Bir tanesi Amerikan askerî mezarlığının bekçiliğini yapıyor. Küçücük evlerde, iki odalı apartman dairelerinde yaşıyorlar. Gittim gördüm hepsini.

Oysa Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan, Tahran Sarayı’na gelin gidebilir veya Mustafa Kemal’le evlenebilirmiş. Yani tek bir karar anı, tüm tarihimizi, kaderimizi baştan aşağı değiştirebilirmiş. Atatürk iki kez evlenmek istemiş Sabiha Sultan’la, ikisinde de reddedilmiş. Evlenselerdi, ne olurdu? Yorum yapmak istemiyorum. Tarihe, ihtimaller üzerinden bakılamaz.

Ama şunu sorabilirim: Niçin evlenmek istemiş, âşık mıymış? Bilemeyiz. Belki Enver Paşa’yı örnek almak istemiştir. Enver Paşa bir sultanla evlendikten sonra yükselmişti çünkü. Hem Sabiha Sultan başkalarına benzemeyen, zeki ve entelektüel biriydi. Şair Yahya Kemal “Türkçe’yi en iyi konuşup yazan kadın” derdi.

Neslişah Sultan’ın kaderinde farklı zamanlar ve farklı ülkelerde iki kez sürgün edilmek var. “Prenses olmak bir meslektir” diyor. Bu meslek hangi becerileri gerektirir? Neslişah Sultan gerçek bir prenses. Ailesi, onun üzerinde özellikle durmuş, ona bir kişilik, bir kimlik kazandırmak için titizlikle çaba göstermiş. Prenseslik mesleğinin şartları ağır. Ona şöyle denmiş: “Sen bir Türk prensesisin. Sevincini ve kederini belli etmeyeceksin. Cebinde paran yokken bile ihtiyacı olanlara yardım etmenin yolunu bulacaksın, âlicenap olacaksın.” Neslişah Sultan ona uygun görülen bu kimliği muhafaza etmiş hep. Çocukluğunun ve gençliğinin ne zor geçtiğini okudunuz. Fransa’dayken tek elbisesinin eteği yamalıymış; yama tutmaz hale geldiğinde mektebe gidemediği olmuş. Fakat eğitimi mükemmel, altı lisanı ana dili gibi yazıp konuşuyor.

Üç yaşında ayrılmasına rağmen Türkçesi kusursuz… Çünkü evde Türkçe dışında dil konuşmasına izin verilmiyor. “Kardeşimle aramızda Fransızca konuşacak olsak dayak yerdik” diye anlatıyor.

Sıklıkla vurguladığınız entelektüel kimliğinden söz eder misiniz? Hanedanda hayranlık uyandıracak kadar entelektüel iki kişi tanıdım. Biri Neslişah Sultan’dı, öteki ise evvelki sene vefat eden Osman Ertuğrul Efendi… Neslişah Sultan’dan daha şanslıydı, sürgün edilmenin ne ağır bir şey olduğunu bilmedi. I. Dünya Savaşı’nın en başında, yani İmparatorluk yıkılmadan önce babasıyla Viyana’ya yerleştiğinde 5 yaşındaydı.

Kitabınızda hem Neslişah Sultan’ın anlattıkları var, hem de diğer hanedan mensuplarının mektup ve hatıratları. Hepsi çok etkileyici. Özellikle kullanılan dilin güzelliği bakımından… Kaybettiklerimiz arasında sadece saraylar ve camileri değil, dili de sayabiliriz belki. Öyle mektup yazılmıyor artık. Buna “kultura” denir hanımefendi; şimdi pek bulunmaz. Sözünü ettiğiniz belgeler yazıldığında Türk Dil Kurumu Türkçe’ye musallat olmamıştı henüz. Gerçek Türkçe konuşuluyor, yazılıyordu. Fakat o dönemle bu dönemi karşılaştırmanın pek manası yok. Geçmişi bugünün koşullarıyla değerlendiremeyiz.

Okurken, Neslişah Sultan’ın küskün olmadığını hissediyoruz. Ama ailede küskün olanlar varmış. Mesela halası Dürrüşehvar Sultan’la ilgili bir olay çok etkileyici. İngiltere’de bir davette İnönü’yle karşılaşıyor. İsmet Paşa onun elini öpmek için eğiliyor. Dürrüşehvar ise boynundaki hanedan nişanını tutup Paşa’ya uzatıyor. Avrupa efsanelerinde vampirle karşılaşanların boyunlarındaki haçı göstererek kurtulmaları gibi… Kendinizi Dürrüşehvar Sultan’ın yerine koyun; 14 yaşındasınız, oyuncaklarınızla, bebeklerinizle oynuyorsunuz. Derken iki kişi gelip kovulduğunuzu, bir saat içinde evinizi terk etmek zorunda olduğunuzu söylüyor. Hem onun karakteri Neslişah’tan farklıdır. Sonuçta Neslişah Sultan, kırgın ve küskün olanlardan değil.

‘Hürrem’le aynı kandan geliyor’

İnsan anlattıklarından Neslişah Sultan’ın çıtkırıldım bir prenses olmadığını görebiliyor. Evliyken, Mısır Kralı Faruk’a kafa tutmuş. Cesareti prenses oluşundan mı geliyor? Kral Faruk gittiği her evde beğendiği şeyleri alıp götürme hakkı görüyor kendinde. Bir gün Neslişah’ın evinde de Kanuni Sultan Süleyman’ın kılıcını görüp almaya kalkıyor. O da “Dedemin malı, vermem” diyor. Yanlış anlaşılmasın, kılıcı Abdülhamid, Mısır Hidivi’ne hediye etmiş. Şahsı adına değil, devlet adına. Ve kadere bakın ki Neslişah Sultan’ın Mısır’da gelin gittiği ailede duruyor. Cesaretine gelince; unutmayın ki Hürrem Sultan ile Kösem Sultan’ın torunu o. Onların kanından geliyor. Harem güçlü kadınların mekânıydı, dizilerde gördüklerinize aldanmayın! Oradaki kadınların bazıları, imparatorluğun devamını sağlayacak kadar önemli işler yapmışlardır. 

Prenseslik meslektir

Neslişah Sultan şimdi ne yapıyor?

 Spora çok meraklı. Çok iyi ata biner, çok iyi kayak yapar. Dur durak bilmez, düşer, bir yerlerini kırar, gene pes etmez; 80 küsur yaşında Ramses heykeline tırmanır. Sonra deli gibi okur, her dilde. Dünyayı takip eder. Geç yatar, geç kalkar. Geceleri okuyamıyor artık ama sabahlara kadar haber kanallarını seyrediyor. Şu sıralar Mısır’da olup bitenleri takip ediyor özellikle. Eski dostları da vardır. Sık sık onlarla buluşuyor. Kısacası, pek ortada görünmeden sürdürüyor hayatını.

Önceki sayfa 1 2 3Sonraki sayfa

Hem indirmesi hemde kullanımı tamamen ücretsiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu